Atsız’ın Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’na Gönderdiği Mektuplar.
Arif YILMAZ*
Tarihini ilkçağlara kadar götürebileceğimiz mektubun, ilk yazıldığı günden bugüne birbirinden uzakta olan kişi ve toplumlar arasındaki irtibatı sağlayan bir iletişim aracı olma özelliğini koruduğunu söyleyebiliriz. Şu da bir gerçektir ki, geçen yüzyılda kullanımı yaygınlaşan telgraf, telefon, radyo, televizyon ve son zamanlarda bir hayli önem kazanan internetin sosyal hayatımızda yer edinmesiyle mektup, o eski kullanım canlılığını ve pöpülerliğini yitirmiş görünüyor.
Mektubun zaman zaman resmî hüviyetiyle, zaman zaman da duygu yüklü satırlarıyla karşılaşırız. Birbirinden ayrı düşmüş kişilerin duygu ve hayal boyutu ön planda olan mektuplara, zamanla, bilgi ve düşünce yönünün ağır bastığı politik, resmî, iş, seyahat ve edebî mektup türleri eklenerek mektubun çeşitlendiğini görmekteyiz. Diğer çeşitlerini göz ardı edecek olursak, bir edebî şahsiyetin kaleminden çıkmış olması ve daha çok edebî meselelerin mevzu edilmiş olması nedeniyle “edebî mektup”lar edebiyat araştırmacıları açısından ayrı bir öneme sahiptir. Bu önem, edebî mektubun, sanatçıyı, onun özel yaşamını duygu, düşünce ve hayal dünyasını daha iyi tanımamıza imkan veren ayrıntıları bünyesinde barındırmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca, bir sanatçının, yaşadığı dönemin sosyal sorunlarını, edebî görüşlerini yansıtan mektuplarının, zaman zaman tarihî belge özelliği kazanabildiğini de unutmamak gerekir.
Bu özelliği taşıyanlardan biri de kuşkusuz 2001 yılının sonlarına doğru yayımlanan Atsız’ın mektuplarıdır. Atsız tarafından “müstakbel sicil nazırı” olarak nitelendirilen Yücel Hacaloğlu’nun yirmi beş yıllık araştırma ve çalışmaları sonucunda toplayabildiği Atsız’ın toplam 230 mektubunu içeren bu kitaptaki mektuplarda, onun Türk siyasî ve sosyal hayatı, tarih ve edebiyat dünyasına ait birtakım görüşlerini bulmamız mümkündür.
Biz, Nihal Atsız’ın Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’na yazdığı aşağıda sunacağımız mektuplarıyla bu çalışmaya bir katkı sağlayabileceksek bundan ancak bahtiyarlık duyarız. Yukarıda da değindiğimiz gibi bu mektuplar, her iki sanatçının dünyasına yaklaşmamızda yarar sağlayacağı, bize duygu ve düşünce dünyaları hakkında birtakım ipuçları verebileceği gibi yazıldığı dönemin sosyal yaşam atmosferini birazcık olsun teneffüs etmemizi de kolaylaştıracaklardır.
Ayrıca, günlük meselelerin ötesinde âdeta Atsız poetikasının nümûneleri diyebileceğimiz bu mektuplarda o, genç bir şaire nasıl şiir yazılması gerektiği hususunda bilgiler vermekte, onun şiir vadisinde karşılaşabileceği zorlukları göstermektedir. Gençosmanoğlu’na yazılan bu mektuplarda bahsedilen birtakım konuları okuyucunun daha iyi kavrayabilmesini sağlamak için bu mektupların yazılış öyküleri ile içeriğinden de bahsetmek istiyorum.
Gençosmanoğlu’yla Atsız’ın ilk mektuplaşması 1952 yılına rastlar. Niyazi Yıldırım, bu yılda bastırdığı “Bozkurtların Ruhu” adlı ilk şiir kitabını bir mektupla Atsız’a gönderir. Atsız, genç, ülkücü bir şairin şiirlerini beğenmenin getirdiği memnuniyetle Gençosmanoğlu’na bir teşekkür mektubu yazar. 7 Temmuz 1952 tarihini taşıyan bu mektup Atsız-Gençosmanoğlu mektuplaşma sürecini de böylelikle başlatmış olur. Esasen Niyazi Yıldırım, Atsız’ı 1943’te yeniden yayımlanmaya başlayan ve toplam yedi sayı çıkan Orhun dergisi vasıtasıyla Akçadağ Köy Enstitüsündeki öğrenciliği yıllarından beri tanımaktadır.
Nihal Atsız’ın Türk gençliği üzerinde derin akisler bırakan “Bozkurtların Ölümü” adlı romanı 1946 yılında yayımlandığı günlerde, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu Akçadağ Köy Enstitüsünden mezun olmuş ve Elazığ’ın Merkez köyü olan Sarıbuçuk köyünde öğretmenliğe yeni başlamıştır. “Bozkurtların Destanı” adlı eserinin önsözünde belirttiği gibi sözkonusu bu eser genç şair-öğretmen Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nu derinden etkilemiş, onu defalarca okuyarak adeta ezberlemiştir. Gençosmanoğlu 1972 yılında yayımlanan sözkonusu eserinin önsözünde bu konuyla ilgili olarak şöyle demektedir: “Ezberlemekle de hızımı alamamış olacağım ki, onu nazma çekmek; böylece, büyük yazarın heyacanlarını aynen tatmak ve kahramanlarla omuz omuza bulunmak istedim.”
Atsız’ın Gençosmanoğlu’na gönderdiği dokuz mektuptan altısı işte bu eserle ilgilidir. Gençosmanoğlu “Bozkurtların Ölümü” romanını nazım formuyla tekrar yazma isteğini Atsız’a bildirmek, bir başka deyişle romanın asıl sahibinden izin almak istemiştir. Bu isteğin içerisinde işi başarıyla sonuçlandırabileceğini göstermenin bulunduğunu da gözardı etmemek gerekir. 1952 yılında Gençosmanoğlu’nun Atsız’a gönderdiği ilk mektubuna Atsız’ın cevap mahiyetinde bir mektup göndermesi de onu daha çok cesaretlendirmiştir. Bir yıl sonra “Bozkutların Destanı” adlı çalışmasının ilk örneklerini bahar aylarında Atsız’a göndermiş, Atsız da ona 14 Haziran 1954 tarihinde cevabî bir mektup yazmıştır.
Gençosmanoğlu’nun, “Bozkurtların Ölümü” adlı romanı 1953 yılında nazma çekmeye başladığını, Atsız’ın Gençosmanoğlu’na gönderdiği 14 Haziran 1954 tarihli mektubundan öğreniyoruz. Aynı zamanda sözkonusu mektuptan, Niyazi Yıldırım’ın Bozkurtların Destanı adlı eserinin ilk örneklerini Atsız’a gönderdiğini, bu çalışmaları ile ilgili kendisinden değerlendirme yapmasını istediğini, Atsız’ın da Niyazi Yıldırım’ın bu teşebbüsünü olumlu karşıladığını ve hatta onu teşvik edici birtakım şeyler söylediğini anlıyoruz. Atsız yine aynı mektupta Gençosmanoğlu’nu tebrik etmekte, çalışmalarının ilk örneklerinde gördüğü bazı aksaklıkları belirtmektedir: “Birçok yerleri aslından daha güzel olmuş. Yalnız kafiyelerde bazı yanlışlar var. Bunları işaretledim. Üzerinde işlerseniz bu eser bir destan olur.”
Atsız’ın bu tür yönlendirmeleri ve teşvikleriyle eseri üzerinde daha da yoğunlaşan Gençosmanoğlu, tamamladığı bölümleri yaklaşık iki yıl sonra Atsız’a tekrar gönderir. Atsız’a gönderdiği bu mektubunda ondan çalışmalarını kontrol etme dışında, onun tavsiye edeceği herhangi bir dergide destan parçalarını yayımlamayı da düşündüğünü görüyoruz. Atsız, Gençosmanoğlu’na gönderdiği 9 Ocak 1956 tarihli mektubunda belirttiği gibi o günlerde münzevî bir hayat yaşamakta, gündelik gazeteden başka hiçbir şey okumamakta ve evle Süleymaniye Kütüphanesi arasında adeta “mekik dokumakta”dır. “Bu şartlar içinde” “hiçbir tavsiyede bulunamayacağı”nı söyleyerek Niyazi Yıldırım’ın bu isteğine olumlu cevap veremez. “Eseriniz benim bir romanımın manzum şekli olmasaydı sizin adınıza bu müracaatı ben yapardım” diyerek Türkiye Yayınevi sahibi Tahsin Demiray’a müracaat etmesini teklif eder.
Çalışmalarının devamını aralıklarla Atsız’a gönderen Niyazi Yıldırım, onun değerlendirmeleri ışığı altında eserinin ilk bölümünü tamamlayarak Atsız’ın yazacağı bir önsözün de yer alacağı bir kitapla okuyucusunun karşısına çıkmak ister. Atsız’ın 23 Eylül 1956 ve 28 Ekim 1956 tarihlerinde gönderdiği mektuplardan anlaşıldığı üzere o yılların Türkiye’sinde ciddi boyutlarda “kağıt kıtlığı” vardır. Yayınevleri baskıları kısa sürede satılabilecek kitaplara rağbet etmektedirler. Bu düşüncesini o günlerde gerçekleştiremeyen Gençosmanoğlu bu amacına, yukarıda da söylediğimiz gibi, ancak 1972 yılında ulaşabilmiştir.
Söz konusu bu mektuplardan Atsız’ın şiirin unsurları, şiir çalışması ve şekli ile ilgili birtakım düşüncelerini de öğrenmekteyiz. Bunları maddeler halinde verdikten sonra dokuz mektubu dikkatlere sunmak istiyorum.
A. Şiirin unsurları :
1.Şaire daha çok serbestlik verdiği için yarım kafiyeyi tercih etmeli. Tam kafiye ise şairin elini kolunu bağlar. Bu yüzden tam kafiyede ona bağlı kalmak mahzuru vardır. (17 Mayıs 1956).
2. Fiil kafiyelerini daha az kullanmalı. (17 Mayıs 1956).
3. Aynı kafiyeleri mümkün olduğu kadar tekrardan kaçınılmalı. (17 Mayıs 1956).
4. Şair, hangi tür vezinde başarı gösteriyorsa o vezni tercih etmeli. (17 Mayıs 1956).
B. Şiir çalışması ve şekli:
1. “Eseri sırasıyla bitirmek için uğraşmayın. Ayrı ayrı yerlerden de işe başlayabilirsiniz. Bir yere saplanmak şairi yorar. Yorulup takıldığınız yerde ısrar etmeyip başka yere atlayın. Kalan yerleri sonra tamamlamak her zaman kabildir.” (17 Mayıs 1956).
2. “Hepsi bittikten sonra bir müddet eseri kapayıp unutmaya çalışır ve sonra yeni bir gözle tekrar okuyup düzeltmeler yaparsanız bir çok mısraların çok daha canlı ve evvelkinden başarılı olduğunu müşahade edersiniz.” (17 Mayıs 1956).
3. “Yazdığınız parçaları bir kaç ay sonra yeniden gözden geçirirseniz esaslı ve hayırlı değiştirmeler yaparsınız, eseriniz kuvvetlenir.”. (14 Haziran 1954).
4. Tenha ve hücra yerler şiir yazmak ve duymak için çok elverişli yerlerdir. (9 Ocak 1956).
5. “Bir de büyük bir inanç olursa (şiir yazmak için) bütün şartlar tamamdır.” (9 Ocak 1956).
7 Temmuz 1952
Aziz Ülküdaşım,
Mektubunuzu ve Bozkurtların Ruhu’nu aldım. Teşekkür ederim. Memleketin istikbali sizin gibi ülkücü köy öğretmenlerine bağlıdır. Vazifenizin ne olduğunu biliyorsunuz. Bu vazife yolunda son gayretinizi harcayıncaya kadar yürüyün. Tanrı yardımcınızdır.
Selâm ve başarı dileklerimi yollar, sağlığınızı dilerim.
Tanrı Türkü Korusun.
Atsız
14 Haziran 1954
Aziz Ülküdaşım,
Bir ay kadar önce elime geçen destanınızı tekrar size gönderiyorum. Her şeyden önce tebrik ederim. Birçok yerleri aslından daha güzel olmuş. Yalnız kafiyelerde bazı yanlışlar var. Bunları işaretledim.
Üzerinde işlerseniz bu eser bir destan olur. Yazdığınız parçaları birkaç ay sonra yeniden gözden geçirirseniz esaslı ve hayırlı değiştirmelerr yaparsınız, eseriniz kuvvetlenir. Basri Gocul’un Oğuzlaması da size örnekolsun. Zaten destan yazmaya istidadınız var. Bu yolda yürüyün. Muvaffak olacaksınız. Basri Gocul da imanlı bir köy öğretmeniydi. Yıllarca Türk destanını işledi. Günün birinde adı edebiyat tarihine geçecektir.
28 Ekim 1956
Aziz ülküdaşım,
Kitabınızı başka bir yerde neşrettirebilir miyim diye bir kaç gün daha geciktirdim. Maalesef mümkün olmadı. Kağıt kıtlığı var. Tâbiler pahalı kâğıt almaya yanaşmıyorlar. Mutlaka İzmit kâğıdı istiyorlar. O da yok. Bu yüzden işler yürümüyor.
Artık, daha sonraya kaldı demektir. İnşallah daha hayırlı olur. Selâmlar.
Tanrı Türkü Korusun.
Atsız
13 Temmuz 1962
Sayın Ülküdaşımız,
Mektubunuza ve alâkanıza çok teşekkür ederim. Elazığ’da Veteriner Mustafa Hacıömeroğlu’nu görünüz. Elazığ şubesini onunla beraber kurarsınız.
Selâmlar.
Tanrı Türkü Korusun.